31 Ekim 2015 Cumartesi

Yüzbaşı Rogers veya "Şu bizim Yıldırım Kaptan"

George Tuska için saygı, Doğan Kardeş için sevgilerle Pazar çizgibantlarından iki derleme, çeviri ve yeniden düzenleme çalışması.

S65 - Şekil Değiştirten İksir 
"Shape Changing Elixir"
(19/2/1961 - 21/5/1961)
George Tuska (çizer),
Ray Russell (yazar)
S66 - Su Topu Soygunu 
"Water Polo Caper" 
(28/5/1961 - 27/8/1961)
George Tuska (çizer),
Fritz Lieber (yazar)
SToktan (çeviri, düzenleme)


Senelerdir yapacağım, dedim durdum... Sonunda yaptım. Umarım iyi olmuştur.


7 Ekim 2015 Çarşamba

Marslılara Ne Söyledim / Jack Handey

Mars insanları, bizim vahşi canavarlar olduğumuzu söylüyorsunuz. Ama izin verin de size bir şey diyeyim: Beni koyduğunuz bu kafesten bir kaçabilseydim, siz beylerin götlerine yeni birer Marslı büzüğü açardım.

Size göre şiddet dolu barbarlarız biz ama sizlerden biri gelip de kafesime bana elini uzattı mı hiç? Çünkü eğer bunu yapsaydı onu tutup çeker, gözlerinin önünde yer ve sonra da “Mımmm, bu Marslı iyiymiş” derdim.

Sizin uygarlığınızın bizimkinden daha gelişmiş olduğunu söylüyorsunuz. Ama hangisidir gerçekten daha uygar olan: Sen, orada durmuş, kafesi seyreden mi, yoksa ben, donum aşağıda, üzerinize işemeye çalışan mı?

Bizim Dünya dinlerini gerçek yaşantımızla hiçbir ilgileri olmadığını söyleyerek eleştiriyorsunuz. Fakat şunu bir düşünün: Bir elime geçirebilseydim sizin o Tanrı’nızı, sıska boynunu yakalar, koca yeşil kafası patlayana kadar sıkardım.

Bizlerin savaşçı türler olduğumuzu iddia ediyorsunuz ve kanıt olarak da Dünya savaşlarının filmlerini gösteriyorsunuz bana. Ama ben o filmlerin hepsini en az yirmi kere seyretmişimdir. Yeni filmler alın yoksa yemin ederim ki, eğer buradan bir çıkarsam, lazer tabancamı gördüğüm herkesin ve her hayvanın üzerine boşaltacağım.

Hazır filmlerden söz ederken, ben de size bazı filmler gösterebilirdim, dünyanın daha farklı, daha yumuşak yüzünü sahneleyen. Ve siz filmleri seyrederken, ben usulca kaybolurdum çaktırmadan, tahmin edin bakalım neden? Projeksiyon makinası aslında döner bıçaklar fırlatan bir alettir ve siz de bunu yediniz!

Dünya ile uzun süreli barış içinde yaşama geleneğinden bahsediyorsunuz. Ama ben neden bahsediyorum biliyor musunuz, sizi aptal kafalar?

Sizin uygarlığınızın bizimkilerine öğretebileceği çok fazla şeyi olduğunu söylüyorsunuz. Ama belki benim de size öğretecek bazı şeylerim vardır —yani, o koca Marslı kafalarınızı bir mengeneye soktuğumda nasıl papağan gibi çığlık atacağınız gibi.

Galakside Dünyalılar ve Marslılardan başka zekî yaratıklar olduğunda ısrarlısınız. İyi o zaman, birlikte onlara saldırabiliriz. Onlara saldırdıktan sonra da biz size saldırırız.

Ben altın ve köle aramak için barış içinde geldim buraya ama siz bana bir işgalci imişim gibi davrandınız. Hâlbuki belki de işgalci olan ben değil, sizsinizdir. Hayır, ben değil —siz, salak.

Bedenimi bu kafeste hapis tutuyorsunuz. Ama ben zihnimi çok uzaklara transfer edebilirim. Daha mutlu bir yere, Marslı kafalarınızla vuruş talimi yaptığım bir yere.

Kabul etmeliyim ki, çok da fazla farklı olmadığımızı düşünüyorum birbirimizden her şeye rağmen. Sizin ihtiyarlardan birinin yürürken takılıp düştüğünü gördüğünüz zaman, parmağınızla gösterip gülmüyor musunuz, aynı bizim gibi? Sanırım Dünya ve Mars halklarının iyi, yüksek kaliteli bir sigaradan daha fazla takdir ettikleri başka hiç bir şey olmadığı hususunda benzeştikleri üzerinde de anlaşabiliriz. Eğlence için biz insanlar karla kaplı dağlardan aşağı kayıyoruz, siz pislik tepelerinden bakteri “sütü” sağmayı ve onları solungaç yarıklarınıza doldurmayı seviyorsunuz. Ne yani, çok mu farklıyız? Elbette, üstelik şu el yapımı alev makinamı hele bir bitireyim, o zaman daha da farklı olacaksınız.

Beni öldürebilirsiniz, kasten ya da kafesimin bütün yüzeylerinin güvenle yalana bilirliğinden emin olmadığınızdan. Fakat bir fikri öldüremezsiniz. O fikir ise; benim sizi koca bir tahta sopayla kovalayacağımdır.

Beni serbest bırakacağınızı söylüyorsunuz, size saldırmayacağıma ilişkin bir sözleşme imzaladığım takdirde. Ve ben de kabul ettim tek şartla, o da uzun sivri bir kalem ile olabileceği yönündeydi. Ama hâlâ beni kilit altında tutmaktasınız.

Doğru, okuma malzemelerine izin verdiniz —istediğim “insan üremesi” dergileri hariç, en büyük filozofunuz Zandor mudur Zanax mıdır nedir ismi her ne ise, onun çalışmalarını falan. Tartışmak isterdim onunla fikirlerini —yalnız ben, o ve onun kitaplarından büyük ağır bir tanesi ile.

Beni eğer serbest bırakmayacaksanız, hiç değilse bir mesajımı iletin dünyaya. Karıma sevgilerimi göndereyim, ayrıca sevgilime de. Ve ayrıca çocuklarıma, her kim ve nerede var ise. Söyleyin karıma, bana bir bazuka göndersin —Dünyada yetişen bir çiçektir. Eğer sözde arkadaşım Don ona borçlu olduğum parayı sorarsa size, lütfen sondalayıverin onu makattan. Her hâlükârda yapın bunu.

Beni yeterince uzun hapis tutarsanız eğer, sonunda öleceğim. Çünkü siz Marslıların anlayamayacağı bir şey, biz Dünyalıların özgürlüğümüz olmadan yaşayamadığımızdır. Yani beni kafesimde yerde cansız yatarken görürseniz, içeri girin, çünkü ölmüşümdür. Sahiden.

Belki bir gün bizi yapmayı amaçladığınız düşmanlar olmayacağız. Belki bir gün bir küçük Dünya çocuğu oynamaya başlayacak bir küçük Marslı çocukla, ya da larvayla veya her ne diyorsanız onunla. Ama bir süre sonra, tahmin edin ne olacak: küçük Marslı yemeye çalışacak Dünya çocuğunu. Ama bilin bakalım, Dünya çocuğunda ne var: bir tabanca. Hiç beklemiyordunuz bunu, değil mi? Ve şimdi Marslı çocuk kaçıyor, yapabildiği kadar hızlı. Koş küçük Marslı bebek, koş!

Konuşmamı dinlemek için kafesime gelen herkese teşekkür ederim. Bağışlarınız şükranlarımla kabul edilir. (Mars parası olmasın lütfen.)

THE NEW YORKER. 8 Ağustos 2005
What I'd Say to the Martians And Other Veiled Threats. 2008
Çeviri, SToktan